kimseye söylenmeyecek şeyler var
yazı bunun için var, kedi bunun için var
19 Ekim 2016 Çarşamba
19 Ağustos 2016 Cuma
devil's trill sonatı
şeytan çok tatlıdı, onun hakkında konuşacak duruma gelene kadar dursun kulaklarımda
https://www.youtube.com/watch?v=z7rxl5KsPjs
https://www.youtube.com/watch?v=z7rxl5KsPjs
14 Haziran 2016 Salı
Orlando
Orlando: Kimliğin Ötesinde bir Feminist
Ütopya ve Ütopyacı Feminizm
*Roman Kahramanları dergisinin 10. sayısında yayımlanmıştı
Virginia
Woolf’un tam bir türsel travesti[1]
olan spekülatif, fantastik, parodik, karnavalesk romanı Orlando: Bir Biyografi (1928) ikili cinsiyet anlayışına dayalı kimlik
siyasetinin ötesinde bir feminizmi, dahası böyle bir feminizmin besleyeceği, anti-kimlikçi
bir radikal siyaseti yeniden düşünmek için nasıl bir ütopyacı ufuk açıyor bugün? Soru net. Cevap ise –şayet varsa
böyle bir şey- bu kadar net olmayacak. Gene de bu soruya tutunarak duymaya
çalışacağız Virgina’nın sesini. Ve onun zamansal, cinsel, ahlaki, mesleki, etnik,
sınıfsal bir süreklilik, tutarlılık, özdeşlik figürü olarak kimliği altüst etme
yönündeki estetik[2]
girişiminin bugündeki gelecek için canalıcı olan siyasal açarlarını sezdirmeye
çalışacağız. Zaten amacı da ancak sezdirmek olabilecek bir çaba bu, çünkü hem yazı
kısa, hem de açık kulaklar hazırda. Virginia’nın metninde ütopyacı bir ufuk görürken,
estetiğin ve edebiyatın gerçeklik karşısındaki gücü hakkında mazur gösterici
gerekçeler sıralayıp sözü uzatmak yerine, siyasalla edebiyatın, gerçeklikle
kurmacanın ve fantazinin, gerçekçilikle ütopyacılığın, bedenle zihnin, geçmiş
ile şimdi ve geleceğin dünyevi kantarda kafa kafaya çektiği bir düzlemden
konuşalım onun sesine yedeklenerek.
Virginia’nın “Kadın” Hayaleti
Orlando: Bir Biyografi[3]
romanının feminist-ütopyacı ufkuna biz tam gözümüzü çevirirken, Virginia’nın kendi biyografisi bir
engel olarak dikiliyor karşımıza. Kişinin hayatının tutarlı bir anlatısı olarak
modern biyografi fikriyle başı zerre hoş olmayan böyle bir yazarın hem
imgesinin, hem de metinlerinin üstüne kendi biyografisinin gölgesinin bunca
düşmesi kaderin cilvesi olsa gerek (tabii burjuva edebiyat algısını kader
sayarsak). Soluk beyaz dantelli elbisesinin içinde, solgun teni ve dalgın
bakışlarıyla Virginia’nın imgesi (yoksa hayaleti mi demeli) bugün deliliği, halüsinasyonları,
bütün özel alancı çağrışımlarıyla içine kapandığı yazı odası, muğlak bir lezbiyen
ilişki yaşadığı kadın sevgilisi, destek gördüğü anlayışlı kocası, lirizmi,
yüksek mi yüksek modernist estetik duyarlılığı ve elbette acı intiharıyla bir
kadın kadın kadın yazar olarak el ediyor zamandışı bir geçmişten. Filmlere, adaptasyonlara,
metin tahlillerine vs. böyle mistifiye bir kadın yazar görünümüyle yansıyor. Halbuki
-şimdi “kadın” sözcüğünü tırnağa almanın tam zamanı- kadın ve erkek kimliğiyle,
(cinsiyetli) öznellikle, özel alana hapsolmuş bireylikle, serbest piyasa zamanına
kanalize olmuş zamansallıkla (modern zaman da deniliyor buna), modern aklın birçok
kurumu gibi psikiyatri ile de başı hiç hoş olmayan bir kalem erbabı Virginia.
Yazarın metinlerinin bugün yaygın biçimde
karşımıza çıkan bazı feminist okumalarındaysa “kadın” kimliği teması[4]
merkeze alınıyor, ki bunda tek başına bir sorun yok, çünkü bunların iktidarın
“kadınlar” üzerindeki işleyiş mekanizmalarını ustalıkla serimleyen metinler
olduğu vakıa. Fakat iktidar meselesini münhasıran “kadınlar” ile “erkekler”
arasındaki hegemonik ilişkiye indirgeyen (ve kimi feminist söylemlerde de
karşılığını bulan) bu perspektif, Virginia’nın (cinsiyetli) özne üretiminin
gerisinde yatan daha geniş kapsamlı ve çoklu siyasal ilişkiselliği açımlama
çabasını ister istemez ıskalıyor ve onu tekrar ikili cinsiyete dayalı kimlikçi
bir bakışa hapsediyor. Böylece cinsiyet ikiliğine dayanan hegemonik cinsiyet
paradigmasını yeniden-üreten bir Virginia temsili çıkıyor karşımıza. Halbuki Virginia’nın
“‘feminist’ edebiyatta har vurulup harman savrulmuş gücü[ne]” (en azından)
Türkiye’de ilk kez değinen ve bu yazıyı esinleyen Ulus Baker’in de dikkat
çektiği gibi, “kimliklerin ve durak noktalarının, kadınlığın vb. değil, oluş
süreçlerinin ve dalgaların edebiyatını yaz[an],” (2009: 355) dolayısıyla özne
mefhumunun istikrarını oluş fikriyle sarsan bir yazardan bahsediyoruz Virginia
deyince: “Tanrı bilir ya, bu oluşumlar asırlar alırdı… Yine de bunca yolculuğa,
serüvene, bunca derin düşünceye ve bir o yana bir bu yana dönmelere karşın,
hâlâ üretim safhasındaydı. Geleceğin
ne getireceğini Tanrı bilirdi. Değişim sonsuzdu ve belki hiç durmayacaktı” (Orlando, 131, vurgu eklendi).
Orlando’nun Akışkan Kimlikleri
Öyleyse,
kimlik odaklı tematist bakıştan uzaklaşarak, Orlando metninin bedenine, yani kuruluş biçimine odaklanmalı ve
Orlando karakterinin bedenli kimliklerinin verili modern özne oluşumu
süreçlerine nasıl aykırı bir ifade kazandığına bakmalı (Foucault’nun deyişiyle,
kimliği [metnin] bedenin[in] hapishanesi kılmamak için).
Virginia
biyografi ve bildungsroman gibi, kişi
hayatının çizgisel bir tutarlılık içinde anlatıldığı türleri alaya alarak hiç
de ilerlemeci tarzda akmayan anti-teleolojik bir olay örgüsü, anlatı ortaya
koyuyor metinde, hem de “kişi”ye dair modern idrak edilebilirlik normlarının onaylandığı
anlatısal tutarlılığı her anlamda altüst eden bir anlatı bu. Üstelik bazı
kısımları (kâh bellek yitiminden, kâh yangın ve isyandan dolayı) basbayağı
eksik olan yarım yamalak bir anlatı. Anlatı zamanı Elizabeth döneminden romanın
yazılış tarihi olan 1928 senesine kadar dört yüzyıllık bir zaman dilimini
kapsıyor. Kendisinden beklendiği gibi “başarıdan başarıya, utkudan utkuya,
hizmetten hizmete koşaça[ğı]…bir gelecek için yaratılmış” (12) soylu bir erkek olarak
dünyaya gelen Orlando, II. Charles döneminde büyükelçi sıfatıyla Osmanlı
imparatorluğuna gönderiliyor. Ve siyasi yapıyı (body politic) dönüştürme amaçlı bir halk isyanı sırasında daldığı
bir haftalık uykudan “kadın” bedeninde uyanıyor. Romanda en çok üzerinde durulan,
en açık başkalaşım bu cinsiyet değiştirme izleği olsa da, Orlando’nun arzusunun
erkek bedenindeyken de, kadın bedenindeyken de hemcinslerine yöneldiğini ve
kadın bedenindeyken erkek kılığına girdiğini anımsamak önemli.[5] Virginia’nın
başkalaşım izleği ekseninde siyasi topluluğun bedeni ile kişinin bedeni arasında
kurduğu metonimik (Hobbes’cu) ilişki, cinsiyet meselesini siyasal bir arka plana
oturttuğunun da işareti. Nitekim Orlando cinsiyet kimliğinin yanı sıra, başka kimlik
düzlemlerinde de yaşadığı dönem ve yerlerin normlarına uygun eylemiyor: bir
soyludan beklenmeyecek şekilde gözünü “kutsal şiir sanatı”na dikiyor, “sıradan”
insanlarla vakit geçirmeyi yeğliyor, İngiliz büyükelçisi olarak gittiği
İstanbul’da üstünde kaftanı, elinde tütün çubuğuyla kentin manzarasını seyre dalıyor,
yoksul kılığına girip kentlerin sokaklarında dolaşıyor, bir ton parası varken
“üstüne nereden geldiği belirsiz bir kimono geçirip” (164) fahişelik yapıyor, çingenelerin
arasında yıllarca onlardan biri gibi yaşadıktan sonra oradaki aidiyet
normlarından da kaçıyor, bu arada ten ve saç rengi de değişiyor. Hasılı hiçbir cinsiyette,
cinsellikte, etnisitede, sınıfta, arzuda, kılıkta ve meslekte “dikiş
tutturmadığı” gibi, zamansal sınırları da aşıyor. “Kimliği meçhul ya da
meçhule” biri olarak, belli kimliklerin içindeyken, bedeninin belli edim ve
deneyimlere açıklığının ortadan kalkmasına dayanamıyor ve hemen gereğini yapıp deri
değiştirerek akıyor, akıyor Orlando. Bu yüzden, onun hayat hikâyesini okurken, yekpare
ve sabit bir kimlik halitasının kuruluşunu değil, bir dizi altüst edici
performansın oluşsallığını izliyoruz.
İşte bu yüzden, “Orlando kimdir?” sorusunun
cevabı, çokluğa karşı teklik/eşsizlik, farklılığa karşı aşırı benzerlik,
süreksizliğe/kesintililiğe karşı süreklilik,
zamansal değişime karşı kalımlılık şeklindeki,
karşıtlarıyla akla gelen, birbiriyle bağlantılı dört semantik içerimi olan “özdeşlik olarak kimliğe” gönderme
yapmıyor, tıpkı yazarın diğer karakterlerinde olduğu gibi (Ricoeur, 1991: 74).
Siyasal Bir Etik Olarak Kimliksizleşme
Kimlik toplu
ifade kazanan bir özdeşlik figürü şeklinde kurulduğu ölçüde, basitçe benliği
imleyen gramatik boyutundan taşarak, çokluğu ve süreksizliği barındıran
“deneyimi betimleyen bir özellikten ziyade normatif bir ideal” olarak kendini
dayatıyor (Butler, 2008: 66). Oysa kapitalist modernitenin
bugününde (bizi ideal birer kadın, erkek, çocuk, ulus-devlet vatandaşı, vs.
olmaktan, başarılı bir kariyer yapmaya kadar bin bir kalıba dökerek) kişisel
eylem alanımızı kısıtlayan ve bizi kendi verili şimdimize hapseden kimliklerin normatifliği
bir de siyasal muhalefet mecrasına taşınıyor ve siyasal alan ortaklaştırıcı bir
dilden gitgide uzaklaşıyor. Bugün “dünyanın derdi şöyle
dursun, ben kendi kimliğimin haklarını savunayım” diyen kaç tane kimlik
siyasetiyle parçalanıyor siyasal mücadele alanı?[6]
Feminizm
de bu siyasal aşınmadan nasibini alarak, sabit bir “kadın” özneyi varsayan ve
onun tanınmasını talep eden, temsiliyet alanı hayli daralmış bir kimlik/tanınma
siyasetine indirgenebiliyor.[7] Halbuki
feminizm evvela verili kimliklerin “altüst edilmesi,” siyasal mecrada ütopik
bir alan açması için gerekli. Çünkü kişi heteroseksist iktidar
matrisi içerisinde önce “kadın” ya da “erkek” kimliğine bağlanarak tanım altına
alındığına ve tabi özne/tebaa kılındığına göre,[8]
kimliği
sorunsallaştıracaksak buna önce cinsiyet kimliğinden başlamalı, tıpkı ancak bir
“kadın”a dönüştüğü zaman “cinsiyeti üzerine kafa yormaya” başlayan Orlando gibi.
Kimliklerimiz ve onlarla belirlenen mağduriyetlerimiz
yok değil belki ama, onların da, içinde ifadelendikleri verili zamansallıkların
da muktedir fantezinin mahsulleri olduğunu hatırlamak, bizi belli eylemselliklerle
sabitleyen halkaların ortak bir zincire ait olduğunu gösterebilir. İnsanın
hayatını sadece bir tek ben için yaşadığı yalanı da, ömrünün altmış, yetmiş
seneden ibaret olduğu yalanı da çöker burada. Siyasal eylemliliğin ufku bütün oluşlara
ve zamanlara doğru genişler bu ütopyacı dokunuşla. Bakın hâlâ yaşayan Virginia
ne diyor:
Çünkü
eğer zihinde aynı anda tıkırdayan yetmiş altı ayrı zaman varsa, insan ruhunda
şu ya da bu zamanda oturan … kim bilir kaç değişik kişi vardır. Kimi iki bin
elli iki tane olduğunu söylüyor. (229)
Kaynaklar
Baker,
Ulus. “Orlando ya da Kadınlaşmak,” Yüzeybilim
Fragmanlar, haz. Ege Berensel, İstanbul: Birikim, 2009.
Butler,
Judith. Cinsiyet Belası: Feminizm ve
Kimliğin Altüst Edilmesi, çev. Başak Ertür, İstanbul: Metis, 2008.
Ricoeur,
Paul. “Narrative Identity.” Philosophy
Today 35: 1 (Spring 1991): 73-81.
Woolf,
Virginia. Orlando: Bir Biyografi,
çev. Seniha Akar, İstanbul: İletişim, 2010.
[1]
Virginia’nın hicvettiği türler arasında biyografi,
pikaresk, bildungsroman, künstlerroman, gerçek hayattaki
kişilerin, bu durumda Vita Sackville-West’in, kılık ve ad değiştirmiş olarak
temsil edildiği roman à clef vardır.
[2]
Estetiği siyasala bağlarken, elbette “estetik” terimini uzmanlaşmış bir modern
bilgi alanı olarak değil, Antik Yunancadaki aisthesis
anlamında alıyorum. Zira “zihinsel ve
duyumsal algı” anlamına gelen aisthesis
hayatın siyasal dahil bütün alanlarını kapsayan ve estetik duyumlarımızın siyasal
şekillenime tabi olduğunu (ve tam tersini) bildiren bir genişliğe sahip. Neyse
ki, terimin bu kökensel anlamını düşününce estetikle siyasal arasındaki ilişki
bugün sanıldığı ve sunulduğu kadar zorlama gelmiyor kulağa. Böylece edebiyat ve
teorisi de bugün sıkıştığı depolitize kompartımanındaki yalnızlığından kurtuluyor,
nefes alıyor ve bize nefes veriyor.
[3]
Bu arada, Virginia’nın babası Leslie Stephen’ın da yazarın doğduğu sene Dictionary of National Biographies (Ulusal
Biyografiler Sözlüğü) adlı anıtsal eserin editörlüğüne başlayan bir “ulusal”
biyografi yazarı, bu anlamda bir “ulusal kimlik” üreticisi olduğunu belirtmeden
geçmeyelim. Ne isabetli ironi!
[4]
Edebiyat metinlerine sade tematik kaygılarla yaklaşan okumaların indirgeyici
olduğu kanısındayım. Metinleri salt “kadın” teması üzerinden değerlendirme
eğilimindeki, bugün hayli yaygın olan (bir) feminist edebiyat eleştirisi, sözgelimi
ekolojik eleştiri adı altında romanlarda geçen ağaçları saymak kadar yüzeysel
olabiliyor. Sanki edebiyattan beklediğimiz tek şey dünyada verili olanı
betimlemesi ve bize kendi verili gerçekliğimizdeki dertleri bir de edebi
düzlemde ifşa etmenin dayanılmaz hafifliğini yaşatmasıymış gibi; sanki yazar zorunlu
verililik anlamındaki bir “gerçekliği” gözlemleyip aktarmakla görevli bir
yazıcıdan ibaretmiş gibi. Oysa metnin bedeni yahut edimselliğini
görebileceğimiz estetik biçim birçok durumda bize gerçekliğin nasıl yeniden
düzenlenebileceğinin anahtarlarını da veriyor, kendi gerçeğimize dair yeni estetik
algı biçimleri yaratarak.
[5]
Bunu
özellikle belirtiyorum, zira cinsiyet değişimi, hemcinse yönelen arzu ve kılık
değiştirme izlekleri, romanda (hetero/eş/bi/trans/travesti/drag olmak üzere)
çeşitli cinselliklerin kapsandığı, dolayısıyla romanın cinsiyet
“kimlik”lerinden herhangi biri, ikisi, üçü açısından, monolitik bir okumaya
tabi tutulamayacağı anlamına geliyor. Üstelik Virginia’nın Orlando’yu (cinsel)
kimlik anlamında boş bir gösteren olarak konumlandırmasının ardındaki
anti-kimlikçi saiki göz ardı eden okumalar sadece ikili cinsiyet odaklı
bakıştan değil, diğer cinsiyet-çi bakış açılarından da gelebiliyor. Sözgelimi romanı cinsiyet değiştirme deneyiminin
“gerçek” ayrıntılarına yer vermediği için “transgender” okumaya yatkın bulmayan
katı-gerçekçi bakış açıları gibi (örn. bkz. Jay Prosser, Second Skins, 1998 Columbia Uni. Baskısı, s. 168). Kısacası kimlikçiliğin sonu yok!
[6]
Bugün “proletarya” sözcüğünün ütopyacı “kimliksizliğinin,” tanımsızlığının
pratikteki anlam ve ehemmiyeti unutularak, “işçi sınıfı” bile siyasaldan
kaçılan, çeperleri katılaşarak içe kapanmış dışlayıcı bir kimlik olarak
ifadelendirilebiliyor. Bu konuda etkili bir eleştiri için bkz. Tanıl Bora,
“Sınıftan Kaçış, Sınıfa Kaçış,” Yeni Bir
Sol tahayyül Yeni Bir Sol Tahayyül içinde, s. 75-88.
[7]
Feminist siyaset pratiğinin “kadın mağduriyeti” etrafında örgütlenen bir
tanınma/kimlik siyasetine dönüşümünün temsil alanında yarattığı daralma
konusunda bolca kaynak var. Benim yararlandıklarım: Wendy Brown, States of Injury: Power and Freedom in Late Modernity; Judith Butler, Cinsiyet Belası; Aksu Bora , “Biz
Kadınlar Meselesi” (söyleşi), Haksız
Tahrik içinde, haz. A. Sönmez, Alef Yay., 2009.
[8]
Foucault “Özne ve İktidar” (1982) başlıklı yazısında özne (Fr. sujet/İng. subject) sözcüğünün (özneleştirme ve tabi kılma şeklindeki) ikili
anlamının içerimi hakkında şöyle der: “Özne sözcüğünün iki anlamı vardır:
Denetim ve bağımlılık yoluyla başkasına tabi
olan özne ve vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi kimliğine bağlanmış özne.
Sözcüğün her iki anlamı da boyun eğdiren ve tabi kılan bir iktidar biçimini
telkin ediyor.” Bkz. M. Foucault, Özne ve
İktidar: Seçme Yazılar 2, çev. I. Ergüden-O. Akınhay, haz. F. Keskin,
İstanbul: Ayrıntı, 2000, s. 63).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)