27 Ekim 2017 Cuma

emrin sızısı üstüne okur notu

Elias Canetti Kitle ve İktidar adlı dahiyane çalışmasının "Emir" başlıklı bölümünde emrin emri alan kişide yarattığı sızıdan bahseder. Emrin özelliği, dışarıdan gelmesi, emir alana dayatılması, yani en azından başlangıç aşamasında (emri alan) kişinin içinden kaynaklanmamasıdır. Emrin kaynağı bu ilk anda "yabancı ve kendimizden daha büyük bir şey," emri verenin iktidarını büyüten bir şeydir. Fakat emir yalnızca emir veren tarafından dışsallaştırıldığı ve emri alan için dışsal ve yabancı bir şey olarak kaldığı bu birinci andan ibaret değildir; emrin ikinci bir anı daha vardır ki, emrin nasıl olup da bir ilişkiye, hastalık gibi hızla yayılan, bulaşan bir emir-komuta veya iktidar ağına dönüşümünü bize anlatır: Emrin emri alanın ve tabii yerine getirenin içinde yarattığı sızı anıdır bu. "Sızı saklıdır, ona dair gözle görülebilen hiçbir şey yoktur...emri alanda sonsuza kadar kalır; tekrar gün ışığına çıkana kadar yıllar, on yıllar boyunca gömülü kalabilir." İşte sızı, emrin dışsallıktan içselliğe geçtiği, böylece bir ilişkiye dönüşerek yeniden üretimin kuluçkasına yattığı içselleştirme anıdır. Bu yüzden, bir emir, her zaman kendinden fazlasıdır; zira "yerine getirilmesiyle sona ermiş sayılmaz; emir (bu sızı sayesinde) sonsuza kadar saklanır." Peki, emri alıp yerine getirenin emre yönelik "orijinal direncini" oluşturan ve emir verenden kapılarak korunan "sert bir hınç kristali" olarak sızıdan nasıl kurtulur kişi? (bu noktayı Hegel'de efendi-köle, -canetti her ne kadar onunla anılmaktan hiç hoşlanmayacak olsa da- Nietzsche'den hınç/kara vicdan ve Marx'ta yeniden üretim analizleriyle birlikte düşünebiliriz, anlaşılabileceği üzere).

Canetti, bunun ancak "aynı emri bir başkasına vermek" yoluyla olabileceğini söylüyor. Sızı biçiminde içselleşip kuluçkaya yatan bir emir ancak başkalarına aktarılıp dışsallaştığı, yani yeniden üretildiği zaman, tıbbi terimlerle söylersek, hastalık başkasına bulaştığı zaman iç bünyede yarattığı sancılı gerilimden kurtulabiliyor. Bununla birlikte, bünye ilk emri yerine getirmiş olmanın sızısından kurtulmuş, hastalıktan iyileşmiş olmuyor emri yeniden üreterek. Çünkü ilk emri yerine getirmiş olmanın sızısı o emrin bünyede ayrı ve yalıtılmış olarak kalmasına hizmet ediyor. Böylece sızıyı aralıklarla aktifleşen ve dışsallaştırılarak bulaştırılma zorunluluğu olan bir tür virüs gibi düşünebiliriz. Emrin iktidarı gibi, her türden iktidarın zorunlu ilişkisel döngüsünü bu analojiyle anlamak mümkündür.

Böylece yaygın kanıda yer bulduğu haliyle emrin ve iktidarın öznelci-ahlakçı ele alınışından uzaklaşabiliriz. Yani emrin/iktidarın nesnel bir ilişki değil, emri alanı zor durumda bırakan, mağdur eden, ezen tek taraflı bir baskı biçimi olarak, (iyi-kötü ahlaki/soyut ikiliğini tekrar eden) ezen-ezilen özne ikiliği içinde düşünüldüğü yüzeysel düzeyden uzaklaşalım hızla.

Canetti bu satırları sığındığı İngiltere'den yazdığında dünya nazizm ve faşizm gerçeğiyle karşı karşıyaydı. Koca bir toplumun nasıl olup da bir soykırımın faili olabileceğini sükûnetle düşünebileceğimiz bir zemin sağlıyor düşüncesi. Ortaya çıkan kötülükle ilgili birçok şey söylendi, büyük bir suç ortaklığından bahsedildi, bahsediliyor ama Canetti'nin bakışı sonuca değil, nedenlerin soruşturulmasına doğru götürüyor bizi. Kötülük, suç gibi soyut ve sansasyonel terimlerin ötesinde ise, mahut sızıyla kurulan canlı bir ilişkiler ağının halen çok yaygın biçimde yaşanmakta olduğu gerçeği var. İktidarı kötülerin iyilere/zavallılara uyguladığı yukarıdan aşağı bir kötülük olarak değil de, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya yeniden üretilen bir ilişkiler ağı olarak düşünüyorsak şayet (düşünelim), yayılmasına aracılık eden bu taşıyıcı virüsün, sızının, hıncın işleyişini olduğu haliyle, üstüne soyut eklemeler yapmamaya çalışarak anlamamız gerek. İnsan bünyesinin bu sızı vasıtasıyla nasıl kudretsizleştiğini ve kudretsizliği oranında nasıl iktidar arzuladığını...

"Sonunda," diyor Canetti, "her insanın çok sayıda sızıyı kendi içinde taşımasının nasıl kaçınılmaz olduğunu artık anlayabiliriz....Bir insan sızılarla öylesine kalbura dönebilir ki, artık bu sızılardan başka hiçbir şeye ilgisi kalmaz, onlardan başka hiçbir şey hissedemez."

Primo Levi Boğulanlar, Kurtulanlar adlı kitabını yalnızca içini dökmek veya tek seferlik bir felaketi betimlemek için yazmamıştı. Çok sıkı bir emir-komuta disipliniyle yönetilen kamplarda birçok mahkûmun da bu emir-komuta zinciri içinde çalıştığını ve bu haliyle kampların işbölümüne dayalı modern toplumlarımıza nasıl benzer bir işleyişe sahip olduğunu yazmış, önemli bir bağlantıya dikkatimizi çekmişti. Bugün emrin sızısını başkalarına emirler vererek, ezilmenin sızısını başkalarını ezerek yatıştıran insanlarla dolu sokaklar, işyerleri, aileler ve tüm kurumlarıyla toplum. Büyük örgütlü güçlerin kâr hırslarının, çıkardıkları sömürge savaşlarının, yasalarıyla destekledikleri korkunç zorunlu çalışma düzeninin ve giderek artan sefalet ve açlığın kitlelerdeki yansıması, sızılı kimlikler ve milyarlarca sızılı birey. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya biteviye yargılayan, suç bulan, hayali tekil düşmanlar yaratan, hakikati kendi öznelliğine indirgeyip parçalayarak birbirinin kafasına kakan, eylemeye aç kolektif ve bireysel öznellikler. Ama hep öznellikler, kötü bir atomlaşma ve boşlukta ok gibi fırlatılan sızılar. Hayatın genel bir aşağılanışı, sonluya indirgenişi. Gerçekten böyle olmak zorunda mı?

Canetti kitabın bu bölümünde bahsetmiyor ama sızıdan arınmanın daha sağlam ve denenmiş bir yolu var (yollardan bir yol olarak). Bu bir iktidardan-arınma yoludur, bedensel, bireysel, kısaca atomik dönüşümün yolu. Sızının aktif utanca dönüştüğü bir metabolizmik simya. Emrin, iktidarın, aşağılanmanın içselleştirilmediği, kişinin onu mıktanıs gibi içine çekip yeniden üretmediği, aksine onun hedefi olmaktan küçülerek kaçtığı ve bu küçüklükten sızının işleyişine uzaktan uzun uzun baktığı Kafkaesk yöntem. Gregor'un bacaklarını neşeyle oynatışında, Yargı'da oğlun babasının aşağılamasını açığa çıkarışında, Dava'da Josef K.nın bir köpek gibi ölürken baktığı uzak pencerede, Babaya Mektup'ta devcileyin babanın karşısında bir hamamböceği gibi küçülme hareketinde, Açlık Sanatçısı'nın yaratıcı erimesinde, Rapor'un yarasını işaret eden maymununda, yani Kafka'da. Ulus Baker'in deyişiyle, başka bir atomculuğa tekabül eden bu direnç, iletmeme ve sağalma yönteminden ileride bahsedeceğiz. şimdi zorunlu çalışma vaktidir.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder